28 Aralık 2013 Cumartesi

Down Sendromu

Bugün facebook'ta gezinirken tesadüfen bir sayfaya ulaştım. Ulusal Down Sendromu Derneği'nin sayfasına. Çok duygulandım. Geçtiğimiz yıl hamileydim. Hamileliğim süresince bebeğime down sendromu teşhisi konuldu. Amniyosentez önerildi ancak ben bebeğimi kaybetmek istemediğimden bu senteze sıcak bakmadım. Çok zor ve yorucu bir dönemdi. Sonunda eşimle birlikte bu bebeği her ne şekilde olursa dünyaya getirmeye karar verdik. Benim bebeğim down sendromlu değil. Ancak benim kızım, bizler, sizler kadar şanslı olmayan binlerce çocuk, insan var ülkemizde.
Bizim köyde bir amcamızın kızı var. Adı Bahar. Down Sendromlu. Küçüklüğümde binlerce hikaye duydum onunla ilgili. Yok ilk çocuk olarak doğmuşta, kız olunca babası çok üzülmüş te, sonra hastalanmış bebek ve down sendromlu olmuş. Hikaye bunlar tabi ki. Down Sendromu kromozomal bir fazlalıktan kaynaklanıyor ve anne karnında oluşuyor. Ta ilk günden. Bir hastalık değildir. Genetik bir bozukluktur. 

Hamileliğimde çok etkilenmiş olmamdan kaynaklanıyor sanırım, down sendromlu çocuklara karşı özel bir ilgim var. Bu nedenle bu sayfayı özel olarak inceledim. Dernek İzmir'de ve Down Sendromlu çocukların eğitimleri ile çalışmalar sürdürmekte. Eğitim materyallere ihtiyaç var elbette. Dernek tamamen gönüllülük üzerine kurulduğundan ve belirli sponsorları olmadığından biz duyarlı insanların yardımları ile eğitim materyalleri temin ediliyor.
Kendi adıma naçizane bir yardımda bulundum. Ancak benim küçük katkım yetmez elbette. Bu nedenle blogumda bu durumdan bahsetmek istedim. 
Çok değil belki bir öğle yemeği ücreti ile bir çocuğun topluma katılmasını sağlayabiliriz. Herkes duyarlı olursa down sendromlu çocukları toplumdan dışlamak yerine onları aramıza alabiliriz. Unutmayalım, Down Sendromu genetik bir bozukluktur ve tesadüfen bir fazla kromozomun bulunmasıyla oluşur. Bu tesadüf herkese rastlayabilir...

26 Aralık 2013 Perşembe

Martin Eden

Yıllar önce bir kitap okumuştum. Jack London'un 1909 yılında yazmış olduğu Martin Eden kitabı. Kitabı belki de bilmeyen yoktur. 
Martin Eden, kitabın baş kahramanı, eğitimsiz ve fakir bir bireyken kendisinden farklı sosyal sınıftan bir aşık olur ve ona yaklaşabilmek, aynı kültür ve eğitime sahip olabilmek için çabalar. Yazar olmak ister, tüm enerjisini, maddi ve manevi olarak yazdığı hikayeleri, romanları yayınlatmak için didinip durur. Yayınevlerine sürekli kopya gönderir ve sürekli ret cevabı alır. Sonunda hayaline ulaşır ve çok ünlü bir yazar olur. Aşık olduğu kız ile yakınlık kurar ve aynı statüye ulaşır. Ancak zaman içinde peşinden gittiği hayale ulaşınca, buranın aslında aşağıdan göründüğü gibi olmadığına kanaat getirir ve hayal kırıklığına uğrar...
Son zamanlarda kendimi bir hayli Martin Eden gibi hissediyorum. Farklı sosyal sınıftan birine aşık olduğumdan değil elbette :). Hayır, benzeştiğimiz nokta yayınevlerine sürekli yayın gönderip ret cevabı aldığımızdır. 
Ve işte Martin Eden'in ne hissettiğini daha iyi anladığım onlarca yanıtlardan biri daha kanlı canlı karşımda duruyor. Remzi Kitap Evi'ne gönderdiğim kopya aynen geri geldi. Bir üst yazı iliştirmişler, onu da burda paylaşıyorum zaten. 
Ümidimi yitirmek istemiyorum, yitirmiyorum da. Martin Eden sonunda başardı. Yıllar önce bu kitabı okurken aynı hisleri birgün benimde taşıyacağım hiç aklıma gelmezdi. O yılmadı, bende yılmayacağım. Her ne kadar dalgalanmalar olsada pes etmeyeceğim ve sonunda çalışmalarımı piyasada göreceğime inanıyorum. 
Umarım çalışmalarım piyasada hak ettikleri değere kavuşunca Martin Eden ile farklılaşırız...

23 Aralık 2013 Pazartesi

İyi Ki Doğdun

Küçük kızım, minik kelebeğim, tarifi çok zor mutluluk kaynağım... seni şekerle mi yoğurdular, mutlulukla mı yıkadılar bilmem ki :) 
Bir yıl oldu dünyamıza gireli. İyi ki girdin, iyi ki geldin, iyi ki doğdun. 
Pazar günü kızımın 1. yaş gününü kutladık. Evimizde küçük bir organizasyon düzenledik. Eşim ve benim çekirdek ailelerimiz haricinde bir de çekirdek ailemiz kadar yakın dostlarımız bizi bu özel ve mutlu günümüzde şereflendirdi. Takdir edersiniz ki çok heyecanlıydım. Sanki bir kez daha doğuracağım :) Her şeyin ilki misali işte...
İki ay öncesinden bir stres bir gerginlik vardı üzerimde. Nasıl olacak? Konsept ne olacak? Nerede olacak? Kimler gelecek? Zaman ilerledikçe her şey netlik kazandı. Sonunda eşimle birlikte evde kendi aramızda, samimi bir ortam organize etmeye karar verdik. 
Özel tasarım pasta işinde usta olan B-Bakes (Bengi Akdağ) ile konsepti oturttuk. Kelebek istedim. Daha önce ki kayıtlarımda kelebeklerin benim için müjde habercisi olduklarından bahsetmiştim. Küçük kızımdan daha büyük bir müjdenin olmadığına göre bende yaş günü konseptini kelebek istedim. Pembe ve mor kelebekler uçuşsun evde... Zor bir müşteriyim, kabul ediyorum. O renk nasıl olacak? Çok baskın olmasın. Toz pembesi olsun. Soft renkler olsun. Birbirne uysun. Gösterişli ama sade ve zarif görünsün. Cake popsların üzerinde minik kelebekler olsun. Kurabiye ağacında kurabiyeler narin görünsün. Boyutları küçük olsun. Ölçü verme standardım da şöyleydi: bir negro boyutu kadar :) Yaş günü hediyeliklerin poşetinin renkleri ile pasta üzerinde kullanılan pembenin uygun olması için, hatta balonların bile, bunları da Bengi'ye aldırdım. :) Sağ olsun Bengi, hiç beni kırmadan sonuna kadar sabrını zorlayarak :P tüm isteklerime cevap verdi. Sadece Bengi mi? Sofra süsleri, fotoğraf çerçevesi ve bilimum kağıt ve baskı detaylarını Melike'nin Tasarım Dünyası'ndan temin ettim. Aynı gün içerisinde belki de yüzlerce kez iletişim kurduk Melike ile. Yok o renk olmadı, oppacity biraz düşürsek mi...yok şimdi çok açık oldu koyultalım. O moru beğenmedim...pembe olsun. :) Şimdi geriye dönüp sağlıklı kafa ile düşündüğümde çok zor bir müşteri olduğuma karar verdim. 
Her şey çok güzeldi. Çok güzel bir organizasyon oldu. Ben çok keyif aldım. Gelen misafirlerimizinde keyifle ayrıldıklarını görünce tüm bu keyifli telaşa değdiğini gördüm. Emeği geçen başta Bengi'ye, Melike'ye, anneannemize ve tüm herkese çok teşekkür ederim. En çok kızıma teşekkür ediyorum. Dünyaya gelerek tüm bu güzellikleri yaşamama neden olduğu için. Seni çok seviyorum kızım, nice yıllara bebeğim...

12 Aralık 2013 Perşembe

Tümevarım

Mutsuz İnek'in hikayesi hala canlanmadı. O canlanıp nihayete erişimeden ben farklı bir projeye el atmak istedim. Durulmayan bir kafam var demiştim daha önceki yazılarımda. İşte kafamın içinde canlanan projelerimden birine daha başladım bu akşam. Proje henüz çok ama çok başlangıç seviyesinde olmasına rağmen küçük bir kesit paylaşmak istedim. Neden bilmiyorum ama bu bloga paylaşımda bulundukça fikirlerim çoğalıyor. :)

Bu proje ile ilgili bir şeyler söylemek için henüz çok erken. Yine yurt dışında bolca örnekleri olan bir çalışma olacak. Türk geleneksel aile ve yaşam tarzını yansıtmaya özen göstereceğim bu çalışmada. İlk çizimde de bunu az da olsa yansıttığıma inanıyorum. Gerçi o kareye televizyon üzerine ve vitrin içine dantel örtüler eklenecek. Ama o el emeği göz nuru dantel örgüleri büyüterek detaylı çalışmam lazım. Aksi takdirde annelerimizin emekleri görünmez olur bu boyutta. :) Anlayacağınız oldukça detaylı bir çalışma olacak. O nedenle parça parça çiziyorum. Sonrasında birleştirme işini ve renklendirme işini yine photoshop denen o harika programda yapacağım. Bakalım ne kadar başarılı olurum. 
Dediğim gibi proje çok detay çalışma gerektiriyor. O nedenle detayları tamamlayıp sonra bütüne geçiş yapacağım. Üniversitedeki hocalarım buna tümevarım derdi yanlış hatırlamıyorsam. Detaydan başlayıp bütüne giden. Tüme vardığım zaman tümü de paylaşırım... :)
İşin en güzel ve beni en çok motive eden yanı ise tüm bunları kızım için yapıyorum. Kızım henüz hazırladığım kitaplar için çok küçük ama bir iki sene sonra onunla çok eğlenceli vakit geçireceğime inanıyorum. :)

10 Aralık 2013 Salı

Mutsuz İnek

Son bir kaç gündür yeni bir proje üzerinde çalışıyorum. Henüz tasarım aşamasında olduğundan ve ortada bir görsel olmadığından yeni projemi şimdilik gizli tutuyorum... 
Ancak ilginç bir durum yaşadım. Evde, dışarda, çalışırken veya kızımla oynarken sürekli bir kare geliyor gözümün önüne. Ahır kapısından bakan mutsuz bir inek! 

Kardeşim, yazılarını severek takip ettğim Öteki Yüz adlı bir sitede okuduğu bir metinde küçükken oynadığımız ve adını "sürpriz" koyduğumuz bir oyunu hatırlattı bana. Oyunun kuralları şöyleydi: birbirmize bir resim çizer ve hediye ederdik. Sonrasında da resimin hikayesini anlatmamızı isterdik. İşte benim ahırdan bakan mutsuz ineğimin de bir hikayesi vardır. Gün içerisinde ansızın zihnimde beliren bu mutsuz inek sürekli ahır kapısından bakıyor. :) Üzüldüm haline. Acaba neden mutsuz? Hikayesini henüz bilmediğim mutsuz ineğin hayalimde canlandığı halini çizdim, belki inadı bırakır ve onu mutsuz kılan olay da şekillenir zihnimde. 
Sanırım yeni bir hikaye daha doğum aşamasında. Sancılı dönemde şu anda. İlham böyle birşey olsa gerek!  

5 Aralık 2013 Perşembe

Kelebekler

Daha önceki yazılarımda küçük kızımın varlığından dolayı resime ara verdiğimi yazmıştım... Doğru, uzun süredir fırça almadım elime. Ancak geçen gün resim yapmayı çok özlediğimi fark ettim. Bende geceleri resim yapmaya karar verdim. Kızımı uyuttuktan sonra yapay ışık altında fırça ve tual ile buluştum yeniden. :)
Resim aslında doğal ışıkta yapılmalı kanımca. Neden mi? Çünkü yapay ışık altında renkler farklı algılanabiliyor. Geceleri kullandığım renklerden ertesi gün memnun kalmıyorum. Ama akrilik boya işte...seviyorum sizi!!! Çabucak kuruduğundan istediğim anda renk değişikliğine gidebiliyorum. :)
Resim üzerinde çalışırken çalışma ortamımı fotoğrafladım.
Göründüğü gibi amatör ruhum ortamıma yansıyor. Şövalem boş bulduğum bir köşeye anlık olarak yerleşiyor. Kızım doğmadan önce sabit bir köşem vardı. Ancak şimdi onun varlığı ile evde bir takım düzenlemeler yapmamız gerekti ve bende resim köşemden feragat ettim. Şimdilerde seyyar takılıyorum :). Boş bir kavanoz suluk, plastik tabaklar ise palet görevini görüyor. Eski bir puzzle kutusu ise boya kutusu oldu. :) Ortamımı seviyorum...
Kelebek, 45 x 60 cm tual üzeri akrilik boya 
Resim üzerine konuşacak çok fazla birşey yok kanımca. Farklı fırça darbeleri ile farklı efektler yakaldım. Benim için kelebek bir müjde elçisidir ve güzel haber dağıtmak için müjde elçilerinin çiçek tarlasından yükseldiğini görmek istedim. Tıpkı kızımın eşimle aşkımızdan yükseldiği gibi... 
Kelebek adını verdiğim çalışmayı kızımın odası için yaptım ve Aralık 2013'de tamamladım.  

29 Kasım 2013 Cuma

Eleştirel Bakış

Taşınabilir diskimde eski bir belge ararken, ilk resim çalışmalarıma rastladım. Eskiye dair birşey bulunca hep tebessüm ederim. "Ana bu da ne?" veya "aa böyle birşey de vardı doğru ya" diyemeden de edemem. Yine benzer nidaları duyan eşim ise herzaman ki gibi tepkilerimi abartılı bulduğundan kendi deyimiyle "korktu". Bu durum bizim evde sık sık yaşanır...:)
Yazımın konusu elbette benim nidalarım ve Murat'ın bunlara tepkisi değil. Bu yazıyı yazmamın asıl nedeni eski çalışmalarımı artık kendim "eleştirebilir" boyuta geçmiş olmam :P
Kıbrıs, 35x50 cm tual üzeri yağlı boya

Yukarıda ki resimi Kıbrıs'dan aldığımız bir kartpostaldan bakarak yaptım. Temmuz 2011 diye tarih atmışım arkasına. Yani nerdeyse 2,5 yıl olmuş bu resimi yapalı. Şimdi ki çalışmalarımla karşılaştırınca ise aradaki farkı çok net görebiliyorum. 
O zamanlar tuale korku ile yaklaşıyordum. Fırçanın ucunun tuale yaklaştıkça titrediğini hatırlıyorum. Ya hatalı olursa, ya güzel olmazsa, ya çizgilerim yamuk olursa...ya ya ya. Oldu da. Fırçanın titrediği resimden çok net belli oluyor. Titreyecek de. Titremese sıkıntı vardır kanımca. Zamanla, çalıştıkça, ürettikçe daha cesur davrandığımı gördüm. Özellikle yaptığım portre çalışmalarımda gördüğüm netice beni cesaretlendirdiğine inanıyorum. (Yağlı boyadan akrilik boyaya geçmiş olmamın da etkisi vardır kuşkusuz.)
Şimdi bu Kıbrıs adlı çalışmayı incelediğimde ise tekne direklerinde ve balkon demirlerinde tedirginlik okuyorum. Binaların dış yüzeyinde belli belirsiz taş olgusu yaratma isteğimde nispeten daha kararlı bir duruş var. Ama özellikle orta binanın kapısı sanırsınız ki tek menteşesi bozuk köhne bir binanın kapısı :) Renkler ise ayrı bir konu. Kardeşim bana sıkça şöyle derdi: "Sanki Şirinler'in renkleri."
İnsan yaşamı boyunca hep böyle değil midir zaten? Bugün dün yaptığımızı beğenmeyiz. Hep "bugünkü aklım olsaydı..." ile başlayan cümleler kurar dururuz. İşte benim çalışmalarım da buna benzer. Tek bir fark var. Ben bu çalışmalarımı beğeniyorum. Çünkü onlar olmasaydı bugün yaptıklarım da olmazdı. Vakit buldukça diğer "ilk" çalışmalarımı da paylaşmak isterim.
Tüm bu yazdıklarım tabi ki artık mükemmel resim yapıyorum anlamına gelmez. Kanımca bir insan hiç bir zaman "ben oldum" dememeli. Bilakis, her geçen gün üstüne katmalı.


23 Kasım 2013 Cumartesi

Nereden Nereye

Geçen gün annemlere gittiğimizde, annem balkondaki dolabın içinde bana ait bir takım notlarımın olduğu söyledi. Gidip baktım bende, çünkü biliyorum bunu söylerken ki asıl amacı "çöpse atalım, değilse al götür". :)
Yaklaşık 3 saat balkonda kaldım. Dolabı açtığımda nerelere gitmedim ki... 2000 yılında KTÜ'de yapmış olduğum betonarme taramaları, 2002 yılında çizmiş olduğum betonarme kat planı tüm hesaplarıyla, 2003 yılında İTÜ'ye giriş belgem, Ataşehir Manolya'da hazırladığım ödev (ki eşim Murat'la tanışma ve bu günlere gelme sebebimiz o ödevdir), Erasmus belgelerim, 2005 yılında hazırlamış olduğum ingilizce ödevi - Alman ve Türk okullarındaki eğitim farkları ile ilgili bir metin yazmıştım, sonra da Planerin adlı bir dergide basıldı bu metnim - peyzaj ödevlerim, imar planları, onların raporları, Adalar Belediyesi'nde çalıştığım dönemde hazırlamış olduğum 5000 hali hazır çıktı örnekleri, el eskizlerim, dosyalar, kağıtlar, notlar, raporlar... annem haklıydı! Sanırım biraz çöpçüyüm...
Tatlı bir tebessüm oluştu yüzümde her bir kağıda dokununca. İnceledim, okudum, kimisine hiç bakmadım, kimisini atmaya kıyamadım. Neticede herşeyi attım. En yeni belge 5 yıllık ve geçen 5 yıl içerisinde hiç aramadım, elime almadım. Hoş annem isyan etmeseydi yine de almazdım ya...
Atılacakları ayırırken, hepsini yani, nereden nereye diye geçti aklımdan. Bir zamanlar okulda öğrenciyken ders diye çiziyordum, sonra boyuyordum. Ciddi boyama yapıyorduk bölümde. Milim çizimler, 1000 ölçek, 5000 ölçek, detay vs. Şimdi ise yine çiziyorum ama zevk için. Yine boyuyorum, resim yapıyorum, ama zevk için. :)
Bu üstteki resim 1000 imar planında parselasyonu gösteriyor. Donatılar için yer ayrılmış. Ne kadar ütopik bir ada. Mümkün mü Türkiye'de böyle bir yapı adası oluşturmak? En ufak bir kareye bile bina dikmek isteyen zihniyeti değiştirmek mümkün mü?
Alttaki resim ise peyzaj projesi. Park tasarlamıştım. Bu parkı tasarladığım alanı gerçekten çok merak ediyorum. Bu projeyi hazırlarken boş bir araziydi. Atıl bir alandı. Edirne'de Meriç nehri kıyısı. Bilen var mı bu bölgeyi? yolum Edirne'ye düşerse gidip özellikle bakacağım bu alana ne yapıldı diye :) 

Ütopik yaşamayı, hayal kurmayı ve hayalleri kağıda dökmeyi bana üniversitede hocalarım öğrettiler. Bende onların öğrettiği şekilde yaşıyorum. :) Şehirler tasarlayıp, peyzaj çizmiyorum tabi ki. Daha güzelini yapıyorum, hayallerimi kağıda döküyorum...
Hocalarıma bu güzel öğreti için minnettarım. Bugün elime kalem alıp cesurca çizim yapıyorsam, fırçalarla içimden geldiği gibi tual üzerine gidiyorsam onlardan öğrendiklerimdendir...

22 Kasım 2013 Cuma

Mığrı Görücüye Hazır

Bir Balık Hikayesi adlı çocuk hikaye projem nihayetinde bitti. Evet, uzun sürdü, farkındayım. Ancak küçük kızım gün içerisinde çok fazla izin vermediğinden o uyuduktan sonra geceleri bir iki saat çalışarak tamamlayabildim kitabı. Bunun üzerine bir de photoshopta acemi olduğum gerçeği eklenince çok da uzun gelmedi bana süre. Neticede tamamladım. Ha bir hafta önce ha bir hafta sonra. Geç olsun güç olmasın misali :)
Diğer aktivite kitabımın yanı sıra bunu da artık görücüye göndereceğim. Farklı yayın evleri ile diğer kitabım ile irtibata geçtikten sonra (hala olumlu bir cevap alamadım o projem için) şansımı bir de bu projem ile denemeye karar verdim. Yılmak yok! Yine olumsuz yanıtlar gelirse bu sefer farklı düşüncelerim var. Eninde sonunda bu projeler piyasada hak ettikleri değeri bulacaklarından eminim. Bu enerji ile üretmeye devam ediyorum. 
Yeni bir projeye yelken açmak üzereyim...:) Durulmayan bir kafam var. Sürekli yeni fikirler geliyor. Bu konuda kendimi şanslı hissediyorum. 
Bu arada Mığrı ve Orfoz nasıl olmuş? :)

8 Kasım 2013 Cuma

Bir Balık Hikayesi

Çocuklar için yayın hazırlama çalışmalarım tüm hızıyla devam ediyor. Yayın evlerine gönderdiğim ilk kitabımdan henüz bir haber çıkmadı ama ben yılmıyorum ve aklımdaki projelerimi hazırlamaya devam ediyorum.
Bir yaz akşamı balkonda otururken aklıma birden bir hikaye geldi. Pek sevilmeyen bir balık olan Mığrı'nın hikayesi. Kağıda döktüm hikayeyi. Sonra da resimlerini çizmeye başladım. Uzun süre bu hikaye kitabı siyah beyaz resimlerle çalışma defterimde kaldı. Önceleri el ile renklendirmeyi düşündüm. Bir iki deneme yaptım hatta. Ama farklı boyalar ile yaptığım denemelerin hiç biri beni tatmin etmedi. Dijital renklendirmeye karar verdim...
Photoshop diye mucizeler yaratan bir program var! Benim photoshop bilgim tabi ki renklendirmek için yetersizdi. Ama bazen bilgi çöplüğü olan internet üzerinden photoshop hakkında çok faydalı bilgiler edindim. Sen neymişsin photoshop! 

Bu ilk denemem değil tabi ki. Önce tek tip fırça ile gölgeler yaptım ama istediğim sonucu elde edemedim. Renkleri değiştirdim, gölgeleri farklılaştırdım ama yine de beni çok rahatsız eden unsurlar vardı. Sonra biraz daha çalıştım. Farklı fırçaların ne gibi efektler verdiğini, fırçaların özellikleri ile neler değiştiğini öğrenince istediğim sonucu elde ettim. Bence gayet güzel görünüyor :)
Hikayenin tamamı resimlendirildi. Henüz boyama çalışmalarım devam ediyor. Ama ilk sayfalarımı bitirmenin getirdiği bir heyecan ile sizlerle bu çalışmamı bir an önce paylaşmak istedim.
Ve tabi ki bu kitabı da bitirince diğeri gibi yayın evlerine görücüye çıkacak... Aklımdaki projeler bitmek bilmiyor. 
Yeni fikrimi kağıda dökmek için sabırsızlanıyorum...:)


31 Ekim 2013 Perşembe

Bir Kitap Bin Umut :)

Bundan bir süre önce sosyal medya üzerinden bir site buldum. Bir Kitap Bin Umut. Merakla inceledim siteyi. Türkiye'nin farklı illerinde bulunan okulların kütüphaneleri için kitap yardımı beklediklerini bildiren bir platform. İlgimi çekti. Kitap okumayı çok sevdiğimden bir insana hele bir çocuğa verilebilecek en güzel şeyin bir kitap olduğunu düşünürüm. Hele bir okul kütüphanesine yapılan minik bir yardım orda okuyan çocuklara, gençlere ulaşmak anlamına geliyor kanımca. 
Ablam ile birlikte bir okula kitap göndermek istedik. Kendimize göre minik bir bütçe belirledik. Okul Şanlıurfa Suruç ilçesinde bulunan bir Anadolu Lisesi. Okulu ablam seçti. Okul müdürü Muhittin bey ile irtiabata geçip gönderilecek kitapları satın aldım ve kargo ile gönderdim. 
Bugün Muhittin bey aradı. Kitaplar ellerine ulaşmış. Çok mutlu olduklarını söyledi. İşte o an ben daha çok mutlu oldum.
Bize göre minik olan bütçe kim bilir kaç çocuğun elinden geçecek, bir cümle okuyup belki bakış açıları değişecek, farklı dünyalara kapı açarak kendilerine bir değer katmış olacaklar. 

İlgilenenler için sitenin adresini ve sosyal medya adresini paylaşıyorum.

http://www.birkitapbinumut.com/yardim-bekleyenler/
https://www.facebook.com/BirKitapBirMektupBinUmut

29 Ekim 2013 Salı

Biraz Mizah Her Dem İyi Gelir

Hani bazen aklınıza birşey gelir ve kendi kendinize gülmeye başlarsınız ya...etrafınızdakiler sorar "niye gülüyorsun" ama anlatınca komik olmaz. Çünkü o anda zihninizde o sizi güldüren her neyse görseliyle beraber canlanmıştır ve ancak görseli olunca anlamı olur. İşte bana bu sık sık oluyor. Aklıma birden bir kare geliyor ve gülmeye başlıyorum. :) Ne güzel... seviniyorum bunu yaşayınca. Demek ki hala çocuk yanımı koruyabilmişim!
Kardeşim ile mizah anlayışlarımız bir hayli benzer. Hemen aynı şeylere güleriz. Gülmekle yetinmez zincirleme mizahın üzerine gideriz :) Çok keyifli vakit geçiririz. Ağız dolusu kahkahalar atarız birlikte. Bazen eşlerimiz anlamaz arada dönen espriyi, bazen de anlar ama komik bulmazlar...
Bir gün kardeşimle yine böyle zincirleme yaparken ikimizin de çok güldüğü bir şey canlandı. :) Bende bu canlanan görseli kağıda dökmek istedim. Ortaya bir karikatür çıktı...

Aslında bu ilk çizim değil. Öncesinde bunu okul dışında çizdim. İki yetişkin erkek muhabbetine döktüm diyaloğu. Sonrasında kardeşimle paylaştım ve kardeşim durumu okul öğrencilerinin arasında dönen bir diyaloğa dönüştürmemi önerdi. Mantıklı geldi. Üstelik karikatür bir de anlam kazandı. Malumunuz, artık okullardan andımızı kaldırdılar. 


24 Ekim 2013 Perşembe

Uzun Aradan Sonra...

Uzun bir aradan sonra yeniden bloguma giriş yapmak istedim. Neler değişmedi ki? Kulağa küpe olacak nitelikte bir deneyim yaşadım meslek hayatımda. Bu bana çok büyük bir ders oldu. Hayatımdan çok şey götürmedi ama iyi bir hayat tecrübesi olarak yanımda kar kaldı. :) 
Ayrıca minik bir kızım oldu. Doğanın bir insana verebileceği en büyük hediye. :) Küçük kızım şu anda 10 aylık. Onun varlığı ile resime ara vermek zorunda kaldım. Lakin boya fırçalarını ağzına götürmesini istemem. :) Onunla birlikte resim yaptığımı düşünüyorum da bir hayli eğlenceli olur aslında ama epey daha beklmem gerekir. Bu esnada bende boş durmak istemedim. Kızımın varlığı ve hayat dersimi aldığım dönemin de katkılarıyla çocuklar için yayın hazırlamaya başladım. 
İlk projem hazır! Sizlere küçük bir kesit paylaşıyorum burdan. 


Çalışma çocukların hayal gücünü yitirmeden resim yapmak üzerine kurgulandı. Toplamda 40 farklı natamam çizimin çocukların istedikleri gibi tamamlanması istenecek. Büyüdükçe ne yazık ki hayal güçleri kaybolacak, bari çocukken istedikleri gibi balon, kelebeklere kanat veya adamlara bıyık çizsinler diye düşündüm. :)


Proje çizimlerini noter huzurunda bana ait olduklarına dair tasdiklettirdikten sonra farklı yayın evlerine gönderdim ama henüz hiç cevap alamadım. :( Ancak bu beni yıldırmıyor. Çizmeye ve üretmeye devam ediyorum. 
Şimdi ki projem bir hikaye kitabı. Resimlemesi ve hikayesi bana ait olan küçük bir hikaye. Bitince onu da paylaşırım.